5 Mayıs 2017 Cuma

Çocukluğum Ölüyor Bu Gece

   İçimde bir çocuk ölüyor bu gece... Varlığınla hayat bulan ve yıllarca sürüklenen peşin sıra. Bir çocuk ki öyle sıcak, öyle içten gülümseyen. Kızdığın zamanlarda sakince köşesine çekilen ve sırf sen daha fazla kızma diye tüm şekerlerini sana veren bir çocuk. Varlığınla neşe bulan ve bu lanetli dünyada sende varsın diye nefes almaya devam eden... Herkese herşeye inat yaşan bir çocuk ölüyor.
    Ne kadar kırıldım bilemezsin çocukluğum. Ne kadar canımı acıttın anlayamazsın. Ben seni o en deli olan yıllarda tanıdım. Her zaman bana yakın her zaman bir adım önümde durandın sen. Ne olursa olsun güvenebildiğim. Konuşabildiğim ve öyle körü körüne hiç sorgulamadan sevebildiğimdin benim.         Yüzüne düşen ufacık bir hüznü bile silebilmek için çikolatalı pastalar yapardım sana. Sabahları krep içinde erimiş çikolata kokusuna kalkardın. Görünce gözlerin yuvalarından çıkardı. Birde çok sevdiğin milyonlarca şey daha. Sahi ne çok şey yaptım senin için. Bazen sırf istediğimden, bazen de anneni yanında hissetmen için. Bütün bu çocukluğum boyunca ne çok "an"ı paylaştık seninle.
     Şimdi gitmek istedin gittin.
     Gitmelisin de zaten söylediklerinin üstüne. Arayı fazla uzatmayalım demek isterdim ama demeyeceğim bu kez. Uzatalım mümkünse. Ben seni çocukluğum sandım. Ben seni kardeşim sandım. Ben seni abim sandım. Ben seni babam... Sen seni sandığım her şeyi bir anda sildin hafızamdan. İsminle birlikte varlığını, varlığınla birlikte paylaştığımız milyonlarca "an"ı. Geriye kırılan kalbimden başka bir şey bırakmadan sildin. İçimdeki çocuğun boynuna ipi geçirip gittin. Git öyleyse, gitmelisin de zaten.
     İçimdeki çocuk ölüyor bu gece, senden geri kalan herşeyle birlikte. Boynuna geçen ipten kolay kurtuldu ama yanılgılarından kurtulamıyor bir türlü. Öyle istediğin gibi birden bire olmuyor hiçbir şey. Gidişine hiç benzemiyor ölümü.
    Ah benim vazgeçmişliğim, kırılgan çocukluğum; en saf haliyle karşımda şimdi. Uzatmış ellerini bana bakıyor çaresiz. Bir elinde şekerleri diğerinde iyi kötü milyonlarca "an"ı. Seni aradı bulamadı. Gözlerini yere çevirdi, ellerini pantolonunun cebine koydu şimdilik.
Geriye senden kalan ne varsa elinde, aldı ve gitti.

16 Şubat 2017 Perşembe

Ya Gel Büsbütün Ya Da Git Artık

 
Binlerce kez kırılır mı bir kalp... Kırılırmış meğer...
Sana ne yaptım ben bilmiyorum. Beni yokluğunla tanıştırmadan önceki ben; ben bile değildim üstelik. Bana beni unutturan adamdın, beni kendin yapandın sen. Sen olabilmek için kendimden vazgeçtiğim günlerde anlayamadım bunun ne demek olduğunu. Bu hayatta ilk kez senin için; kendim olmaktan vazgeçtim. Son kez de senin için vazgeçmiş olacağım kendimden.
Nereye kadar kaçabilirim ki sensizlikten.
Bana kim olduğumu unutturan, bana benden nefret etmeyi öğreten, bana uzaktan bakıp hakaretler savuran. Neden bu kadar çok sevdim ki seni ben. Hiç unutmayacağım dudaklarından dökülen sözcükleri. Hiç unutmayacağım gözlerindeki aşağılamayı. Hiç unutmayacağım seni beyaz atlı. Başkalarını dinlerken beni hiç duymayışın hep aklımın bir köşesinde olacak. Kimse senin mutlu olmana katlanamıyorken, sana kucak dolusu mutluluk getiren benden nasıl kaçtığını hep bileceğim. Tüm bunlara rağmen seni sevmeye doyamayan kalbim kızıyor bana bu günlerde. Tüm o kötü günlere inat yanında olmak isteyen kalbim. Sende de farklı değildir durumlar biliyorum. Sende kendinden nefret ediyorsundur hala beni özlediğin için.
İnsan hayatında sadece bir kez aşık olurmuş. Kim uydurmuş ki bunu. Ben binlerce kez aşık oldum sana. Ben seni her gün bir başkası gibi sevdim. Bir gün yanımda beni kötülüklerden kurtaran olmanı sevdim ben. Bir gün bana yemek yapan mükemmel bir aşçı olmanı. Bir gün beni koklarken kendini unutan, bir gün ben uyurken beni seyreden olmanı sevdim. Ben sende çok şey sevdim beyaz atlı. Hayatta bildiğim öğrendiğim her şeyi yerle bir etti hayatıma girişin. Ardından yeni şeyler öğrenmeyi sevdim seninle. Seninle yaşadığım yeni hayatı daha çok sevdiğimde; eski senin beni terk edişini bile sevdim. Doğru olduğuna inandığın şeyi yapmanın gücünü sende gördüm ben. Nasıl gittiğini hiç anlayamamıştım önceleri. Sonra anladım hiç gitmemişsin aslında. Bir insan giderek kalmayı nasıl başarır senden öğrendim ben. Bu yüzden ne kadar uzağa gidersem gideyim hep seninle kalacağımı biliyorum artık. Biz çok kez kaçtık birbirimizden. Çok kez kurtardık kendimizi cevabı olmayan sorulardan. Çok kez acıttık kalplerimizi. Bu kadar çok acı çektiysek bu kadar çok ta sevmeliyiz birbirimizi. Çünkü anlıyorum insan sevmeden acı çekmiyormuş. İnsanın canını en çok acıtan şey geçmek bilmeyen, bitmek bilmeyen kocaman bir sevginin varlığını görmezden gelmeye çalışmakmış meğer. Ben seni görmezden gelmeye çalıştığım her gün daha çok acıyor kalbim.
Ne olacak şimdi beyaz atlı. Yaşananları unutamayan aklımızı karanlık bir odaya hapsedip arınmasını mı bekleyeceğiz. Tekrar savaşmak için güçlü olduğumuzu hissedeceğimiz ana mı adaklar adayacağız. Sen ve Ben Beyaz Atlı... Ne zaman BİZ olacağız...
Kalbim seninle ne kadar güçlüyse aklım senin yanında o kadar çaresiz artık. Tüm sorular sorulmuş ama tek bir cevap bile alınamamış sevgiden... Geriye kalanlarla çırpınıp duruyoruz kıyılarda. Yüzmeyi bilmemize rağmen bize yasak derinlere açılmak... Ancak uzaktan seyredebiliyoruz... Ancak hayalini kurabiliyoruz yasaklanmamış bir hayatın... Bana seni yasaklayan sen, seni benden koparan ben... Biz neler yaptık birbirimize... Biz neden bu kadar yanıldık beyaz atlı...
Düşününce bizi aklıma takılan binlerce sorudan öteye geçemiyorum. Aklımı susturup kalbime bakınca tek görebildiğim senin aşkın... Sessizce sonrasını umut ediyor kalbim. Sessizce gelmen için sana yalvarıyor... Sessizce sana doğru koşmamı haykırıyor bana... Ben ne zaman sana koşsam o kadar acıyor kalbim... Sana her geldiğimde bir kez daha anlıyorum, aslında hiç gitmediğimi. Sana her dokunduğumda bir kez daha anlıyorum, hiçbir şeyin bitmediğini. Başımı göğsüne her koyduğumda bir kez daha anlıyorum sen yokken kendim bile olmadığımı aslında...

Kalbimi parçalara ayırıp duran sensizliğin üstüne örttüğün ellerin yok artık. Hayatta var olduğumu hissedebilmek için seviyorum önüme çıkan her şeyi... Hiçbir sevgi henüz sana benzemedi beyaz atlı ama pes etmeyeceğim. Ellerinin yerini tutan bir kalp bulana kadar inatla sevmeye devam edeceğim. birilerini ya da bir şeyleri...

3 Ocak 2014 Cuma

İhanet Sapağı

Sen yokluğunun içinde kendine yaşamsal zevkler üretirken, ben parçaladım içimde kalan tüm varoluşları. Bu yüzdendi en çok sen yaşarken bu hayatı, en çok ben öldürdüm geceleri. Benim de bir hayatım vardı elbet ve onu ayakta tutmaya yetecek olan hayallerim. Seninse sadece günlerin ve gecelerin. Sen yarını hiç düşünmedin sevgilim. Ben geçen her saniye köprüler kurarken sonsuzluğa. Sen her nefes alışında yıkılırdı sonsuzluk düşlerim. Ben hayallerimin görünmez elleriyle inşa ederken toz pembe şehrimi, sen yokluğunu fırlattın her defasında gökyüzüne. Sana açılan pencerelerde hayallerim vardı görmedin. Şimdi can sıkıntını hafifletecek bir arayış içerisindesin. Bugüne kadar hiçbir anı planlamadığın için bilmiyorsun ne yöne gitmen gerektiğini bile. Yıkılan şehrimden kalan tozlar ayaklarının altında ezilirken, öyle mutsuz ve öyle dalgınsın ki sevemem bu halini. Üstelik yakınında bile değilsin artık koparıp attığın düşlerinin. Düşsüzlüğün yayılıyor sevgilim dört bir yana, ayaklarının altında ezilen hayaller şehrimin tozlarına karışıyor. Senin yanında koruyamıyorum en saf halimi. İlk sen başlattın bu ihaneti sevgilim. Hayallerime başka elleri ilk sen bulaştırdın. Oysa ben ilk kez inanmıştım. Hayallerimin görünmez elleriyle bir şehir kurabileceğime, her gün bir başka hayal katıp üzerine güneşle şehrimi ısıtabileceğime inanmıştım. Şimdi bu inançların eşiğinde boğulurken kalbim. Gecelerimi bağışlıyor ihanet sapağına ellerim. Başka bedenlere ulaşıyor bedenim ve her doğan gün aynı acının eşiğinde yavaş yavaş eriyor sensizliğim.

Hayaller Kelebekler Gibidir

Aşk kokan soluğunda kayboldu tüm gerçekler. Sen her nefes alışında yalnızlığı çekerken içine. Ben sakladım kalabalık yüzümü senden. Seninleyken en çok, senin kadar yalnız olmak istedim ben. Bütün kalabalığı unutup hayallerine uzanmak ve gerçek oluşlarına hayranlıkla bakakalmak. Seni bu denli üzen şeyin; bir başkasına duyduğun derin bir aşkın içini yakan sızısı olduğunu bilemedim. Kim bilir ne çok sevmiş ne çok acı çekmiştin. Tıpkı beni seven erkeklerin asla onların olamayacağımı anladığında hissettikleri gibi. En çok onlar için üzüldüm ben. Hiçbirini kurtaracak gücüm kalmamıştı diye. Onlar hiç bilmediler. Ne zaman gözlerinin içine bakmak istesem, orada seni göreceklerinden korkarak kaçırırlardı gözlerini. Bense en çok anlamalarını istedim. Ben kimseye söyleyemedim hissettiklerimi. Kimse üzülsün istemedim. Ama anlıyorum artık onlarda senin gibidir şimdi. Her nefeslerinde biraz daha yalnızlık... Şimdi bende sana bakmaya korkuyorum işte. Çaresizce uzaklara takılı kalıyor seni dinlerken gözlerim. Dikkatimi dağıtmak ve kaçmak için gözlerinden farklı detaylara boğuyorum kendimi. Yüzünün keskin hatlarında kaybediyorum gerçekleri. Dudakların sıkıntıyla her aralanışında ciğerlerine dolan yalnızlığa karışmak istiyorum. Yalnızlığın kadar yalnız olmak. O zaman belki unuturum sensizliği. Şimdi sende beni üzmek istemiyorsun işte. Ne zaman ve nerede bitecek bu döngü kimbilir? Hadi bırak elini artık yalnızlığın. Hayallerini serbest bırak. Onlar olmadan yaşamaya devam edemezsin. Doğmasına izin vermediğin güneşi bir daha asla göremezsin. Bırak artık hayallerinin sen kokan yalnız ellerini. Çünkü geriye kalacak olanlar o kadar güzel ki. En çok onları yaşamanı isterim. Hayallerine atacağın her adım onlara senden yaşama sevinçleri götürecek biliyorum. Onlara her uzanışında biraz daha görünür olacaklar. Hayallerinin üzerini aşılamaz bir yalnızlıkla örmekten vazgeç. Bir gün gerçek olacaklar ve sen ancak o zaman mutlu olacaksın biliyorum. Çaresizlik şarkılarını unut. Bir insanın ne kadar güçlü göründüğü değildir önemli olan, ne kadar umudu olduğudur. Sen bu yalnızlık örtülerinden kurtarmadıkça bedenini. Her gün biraz daha kaybolacak hayallerin biliyorum. Sen bile fark etmeden çoktan gitmiş olacaklar. Ben inatla gözlerimi kaçırırken sen inatla çaresizliğini anlatacaksın ve bu hiçbir zaman bitmeyecek. Oysa hayal kurmak ve umut etmek birşeyleri o kadar güzel ki yaşa isterim. O kemanı çalmayı öğrenmeli, kelebekler vadisine gitmelisin. Yalnızlık dört bir yanını kuşatmamışken geri dönmek için kendine yeni bir yol seçmelisin. Bu yolda seni bir daha hiç göremeyeceğimi biliyorum ama hiç korkmuyorum bundan. Çünkü bu kısır döngüde yıllarımı geçirdim ve kabullendim bu yolu. Ben zaten bu yola çıkmadan önce vazgeçmiştim hayal etmekten. Sende bir gün benim yerimde olma istiyorum. Hiç kimseye bakmaktan korkma istiyorum. Yaşa istiyorum, kalan üç-beş aylık ömründe hayallerine tutum istiyorum. Çok az kaldı... Ölümün ayak izlerini görebiliyorum yüzünde. Ensendeki ter damlaları ömründen arta kalan kısacık zamanı hatırlatıyor her gördüğümde. Hayaller kelebekler gibidir isimsiz kahraman ve her dün güneşle birlikte yeniden doğarlar. Eğer inanırsan onlara sımsıkı sarılabilir ve onlarla sonsuzluğa kavuşabilirsin...   

(01.09.2012)

22 Ekim 2012 Pazartesi

Geriye Kalan

  
   Sustun... İçini en çok acıtan çok fazla şey söylemiş olmamdı. Haklıydım bunun için sustun. Asla söylemek istemedim ama tutamadım kendimi. Çünkü benim yaşadıklarımı yaşama istedim. Benim gibi olma, bu kadar çok kırılma. Senin için her şey ihtimallerden ibaretti dostum. O kadar çok boşluk var ki kalbinde kırılmak için, susmak hakkın şimdi.

   Bırakmalı mıyım seni tüm o boşlukla yalnız bilmiyorum. Ama gitmek zorundayım. Çünkü hiçbir zaman anlamayacağını biliyorum. Kırılgan bedenine dokunan her elin, yıllar sonra keskin tırnaklara dönüşüp kalbini parçalayacağını anlamayacaksın. Biliyorum çünkü bende yaşadım tüm bunları.

   Aşka inandığım zamanlardı. Birini sevmenin kutsallığına bedenimi tüm çıplaklığıyla sunduğum zamanlardı. Birini sevdiğinde bu duygunun üstüne geçebilecek hiçbir şey olmadığına inanırsın. Biliyorum birini sevdiğinde zaman hızla akıp gider. Tutmak istemezsin, içinde olmak istemezsin. Zaman dursun ve sevdiğin hep yanında olsun ister hızla çarpan kalbin. Tüm çıplaklığınla yanındasındır ya zaten. Daha ne kadar arınmış olabilirsin ki kötülüklerden. Biliyorum sevdiğinde hiç kar yağmaz kalbine. Sevdiğinde bu duyguyla öylesine dolup taşarsın ki ısıtır içini sen farkına bile varamadan. Gökyüzünde hep güneş ve ellerinde sevdiğinin elleri. Daha iyi ne olabilir ki.
   Sonra yavaş yavaş hazırlanır kalbin teslim olmaya. Güvendikçe inandıkça daha da savunmasız kalırsın. Gözlerinin gördüğü kulaklarının duyduğu doğru değildir artık. Çünkü en yüksek ses kalbinden duyulur biliyorum. Görsen de duysan da umursamazsın. Bilirsin çünkü, onun da tıpkı senin gibi, sevdiğinin kalbini kıramayacak kadar çok sevdiğini. Buna inanmışsındır bir kere.
   Bende yaşadım dostum. Kalbimin sesine kulak verdiğim ve sevgiye susadığım zamanlardı. Bir erkek geldi ve kahramanı oldu kalbimin. Çünkü başını göğsüme koyduğunda kalbimi duyabildiğine emindim. En çok sevgiye inandım. Sevmek o kadar güzeldi ki, asla üzmezdi seven bir kalbi. Yaşadığım şey aşktı ve ben artık ben değildim. O güne kadar inandığım koruduğum ve arkasında dimdik durduğum değerlerin bir önemi yoktu. Aşk vardı çünkü. Sandım ki bir annenin çocuğunu sevdiği gibi seviyorum aşkla gelen sevgiliyi. Sandım ki bir dostun sıcak bir gülümsemesini görüyorum. Evladını koruyan bir babanın kollarında uyuyorum geceleri. Öyle çok inandım ki hiçbir şeyin bu duygudan daha güzel olamayacağına, bıraktım kendimi aşkın kollarına.
   Aşk demek benim için huzur demekti. Aşk ne kadar koşarsam koşayım yorulmayacağımı bilmekti. Aşk kendimi onun kollarında güvende hissetmekti. Aşk bana sımsıkı sarıldığında bir bütün olduğumuza inanmaktı. Tenim onun teninde mis gibi kokar ve gözlerim gözleriyle her buluştuğunda bana bizi anlatırdı. Aşk sessizlikti hayatımda. Ondan başka hiçbir şey önemli değildi. Aşk vardı dostum. Aşka dokundum, onu öptüm, onunla dolup taşana kadar içime çektim kokusunu. Çünkü her nefes özgür bırakırdı aklımdaki düşünceleri ve düşünmediğim her an biraz daha unuturdum herkesi. Unutmak en güzeliydi. Unutmak imkansızı başarmaktı artık. Çünkü aşıktım ve aşktan başka hiçbir şeyi düşünemez olmuştu kalbim. Aşk vardı ve o kadar kırılgandı ki onu korumak için her şeyi yapmaya hazırdım.
   Aşkın zayıf yüzünü görürdüm en çok. Çünkü aşk zayıflıkla başlamıştı beni hayatımda. Aşk hiçbir zaman önüne geçilemeyecek kadar güçlü bir duygu olmadı sanki. Aşkı korumak için ona tutunmam gerektiği hissene öyle çok kaptırmıştım ki kendimi, hiçbir zaman anlayamadım. Aşkın benden ve ondan daha güçlü olduğunu. Aşkın doğasında var olan egonun her gün biraz daha içime işlediğini anlayamadım. Kalbim sevildiğini hissettikçe ruhuma dolup taşan huzurun, aşkın egosuyla beslendiğini anlayamadım. Kendimi yenilmez sanırken, etrafımdaki herkese aşkın ne kadar güzel bir duygu olduğunu anlatırken, ruhumu onun ruhuna teslim etmenin büyüsüyle dolup taşarken anlayamadım.
   Oysa aşk hiçbir zaman kırılgan olmamıştı. Aşkın önüne geçmeye çalışan her duygudan aşkı koruduğum günlerde, içimdeki aşkı ve onunla gelen egoyu daha çok güçlendirdiğimi anlayamadım.
   Kıskançlık gerçekti, çünkü bir insan bir insanı ancak hakkı olduğunda kıskanabilirdi. O benimdi artık ve benim olan bir şeyi bir başkasıyla paylaşamazdı. Aşka uymayan bu paylaşma duygusunu hissettiğimde, karşımdakine inanmazsam aşkın yıkılacağının ve kalbimi parçalayarak çıkıp gideceğinin farkındaydım. Bu yüzden aşka tutunmayı seçtim ben en çok. Bu kadar güzel bir duygunun gitmesine izin veremezdim. Daha önce kimsede görmediğim davranışları bana göre sıradandı.
   Çünkü aşk vardı ve her an dağılıp gidebilecek kadar kırılgandı. Anlayamadım kalbime dolan aşkın beni her gün biraz daha güçsüz bıraktığını. Düşüncelerimi ele geçirdiğini ve mantığımı iz bırakmadan yok ettiğini anlayamadım. Aşkla dolup taşan o günlerde gördüklerim sıradan duyduklarım önemsizdi ve her yeni gün farklı bir güneş doğardı.
   Sonra bir gün aşk aniden çıkıp gitti. Bir nefeslik zamanda gözlerini bir daha açmayacak kadar sıkıca kapatıp gitti. Göğsümü parçalayan acı aşkın gidişi değildi dostum. Beni yakıp kavuran şeyi o an anlamıştım. Aşkın aslında hiç var olmadığını anlamıştım. O kadar kolay gitti ki geriye bıraktığı yoklukta kendimi aramam gerektiğini bile anlayamamıştım.
   Gitti...
   Artık ellerim onun ellerinde değildi. Artık içime dolan koku onun kokusu değildi. Artık kalbimi dinleyecek bir kalp kalmamıştı. Artık sıkıca sarıldığında ben olmayı başarabilen bir sevgili kalmamıştı. Karşımda gördüğüm tek şey sevgiliden kalan cansız bakışlardı ancak. Karşımda gördüğüm eller artık bana dokunamayacak kadar güçsüzdü. Kolları boynuma bir daha asla dolanmayacaktı ve bir daha hiç kimse ben olamayacaktı. Çünkü aşk ruhuma dolan tüm çıplaklığını alıp gitmişti artık.
   Aşk sonsuz bir boşluğun içinde kaybolup gitmişti. Aşk içime doldurduğu bütün o sevinçleri bütün güveni ve bütün masumiyeti alıp gitmişti. Artık insanlara karşı dimdik durabileceğim bir egoyla beslenmiyordu kalbim ve artık geceleri ısıtan yakıcı sıcaklığı gitmişti. Bir başka bedende asla bulamayacağım, bir başka gözde asla göremeyeceğim güzelliği dağılıp gitmişti.
   Şimdi anlıyorum dostum gerçeği. Aşk gitti diye ağladığım o günlerde karşımda duran ve akan her damla gözyaşımla dalga geçen histi aşk. Aşk insanların kayboluşlarını izlerken büyüyüp güçlenen bir duygudan başka bir şey değildi. Aşk sahip olmak mümkün değildi. Aşk istediği zaman gelip kalbimizi doldurma hakkına sahipti ve zamanı geldiğinde arkasına dönüp bakmadan giderdi.
   Savaştım... İçimde kalan kırık dökük anılarla ve bedenimi karartan güneşli sandığım gecelerle savaştım. Ne zamanı geri alabilirdim ne de aşkı. Hep bir dönüş yolu olduğuna inanmıştım. Geri dönebilir ve aşka onu istemediğimi bağıra bağıra söyleyebilirim sandım hep. Oysa bunların hiçbiri mümkün değildi. Şimdi benden kalanlarla yaşamanın derdindeyim. Aynada gördüğüm yüze dokunup onu hissetmeye çalışarak yıllarımı geçirdim. Kendi boşluğumdan bir adım öteye gidemedim. Çünkü aşk gitti... Şimdi aynada gördüğüm bu boş beden aşksızlıkla kavruluyor geceleri. Aşk gitti ve ben kırılmış kemiklerimle ayakta duruyorum şimdi.
   Yıllar geçti dostum... Bir daha hiç gelir diye beklemedim aşkı.
   Ne zaman biri başını göğsüme yaslasa kocaman bir sessizlikle dolar içi. Korkar ve uzaklaşır. Oysa ben gerçek huzurun aşk gittikten sonra başladığına eminim artık. Aşk gitti... Geride bıraktıklarımı toplamam yıllar sürdü doğru, ama hiç pes etmedim. Çünkü aşk benim güçsüzlüğümdü. Aşk bana ait olamayacak kadar yalnızdı. Sana her dokunduğumda sevginin ne olmadığını anlıyorum dostum. Çünkü ben hiçbir zaman kıskanmadım seni. Seni hiç sahiplenmedim. Sen, olduğun gibi, göründüğün gibi o kadar bensin ki ben seni hiç üzmedim. Tıpkı bir annenin bebeğine dokunduğu gibi okşadım yumuşacık saçlarını. Tıpkı bir babanın kızını koruduğu gibi sen uyumadan kapamadım gözlerimi.
   Şimdi anlıyorum gerçek aşkın ne demek olduğunu ve neyi yıllarca aşk sandığımı anlıyorum.
    Artık aşık olmaktan korkmuyorum. Çünkü gerçek aşk asla incitmez.
    Gerçek aşkta şartlar yoktur ve hiçbir zaman değişmek zorunda kalmazsın.
  Gerçek aşkta beklentiler yoktur, düzelir umuduyla hiç kimsenin yanında kalmazsın.   Gerçek aşkta sahiplenmek yoktur. Çünkü aşk birini kanatlarını söküp atamayacak kadar çok sevmektir aslında.Aşk gelir ve gülümsersin. Gerçek aşkta her şeyi olduğu gibi seversin. Artık ağlamana gerek yoktur aşk gelmiştir sonunda...

13 Nisan 2012 Cuma

zamanı gelmiştir


Zamanı gelmiştir artık unutmanın. Uçurumun kenarında asılı duran tüm hayal kırıklıklarını boşluğa bırakmanın zamanı gelmiştir diyorum. Bunca zaman öyle çok utandım ki yaşadığım hayattan, maskelerle sakladım yüzüme yansıyan saflığımı. Öyle çok utandım ki, en büyük aşkları insanlara sunarken hiç düşünmeden, hissetmedim bile içime ektiğim nefret tohumlarını. Şimdi özgür bedenim, ruhum özgür ve özgür düşüncelerim. Biliyorum ki büyütmeyeceğim bu nefreti içimde. Şimdi önümde bir uçurum ve elimde tüm hayal kırıklıklarım. Bir zamanlar ölümle savaştığım ve düşmemek için sana yalvardığım bu uçurumdan bırakıyorum senden kalan tüm hatıraları. Onlarla birlikte sonsuzlukta yok olabilirsin artık. Belki düşmenin kalbi parçalayan korkusunu sen de tadabilirsin. Oysa çaresizliği benim ruhuma yüklediğin günlerde na kadar huzurluydun. Korkumu izlerken ve dinlerken yalvarışlarımı ne kadar güçlüydün kendi içinde. Yenilgiye uğradım doğru, ve kabul ediyorum güneşin hiçbir gün benim için doğmadığını. Kabul ediyorum ruhumu parçalara ayırırken ve bir bir izlerken yok oluşlarını en güçlüsü sendin. Senin yüzünde hiç takmadığın masken, benim yüzümde kimsesizliğin iz bırakmış morlukları. En çok sen inandın yenik düştüğüme kabul ediyorum. Sen olmayı öğrendim sonunda ve sen olmanın ne kadar zor olduğunu da. Bunca çaresizlik ve bunca hırsla nasıl yaşanır anladım. En yoğun duyguları sen yaşamışsın meğer, bunu anladım sonunda. Hiç kimseye sahip olamamanın ve hiç kimseye ait olamamanın acısı seninmiş meğer. Hiçbir mutluluğun gerçek olmayışını ve hiç gözyaşı dökmemiş olmayı istemezdin biliyorum. Her şeyi bildiğini düşünürken hiçbir şeyi bilemediğinin farkında olmak ne zormuş meğer. Ne kadar zormuş kendinin bile bilmediği şeyleri bir başkasına kabul ettirmek. Çaresizlik ne zormuş kayıp insan. Yolu bilmiyorken sonunu görebilmek ne zormuş. Hiç bir zaman senin olmayan ve hiçbir zaman senin olmayacak olan bir insana sahipmiş gibi, aitmiş gibi davranmak ne kadar zormuş. Şimdi yoksun işte. Sensizlik o kadar huzurlu ki, üzülüyorum hiçbir zaman bilemeyeceksin bunu diye. Şimdi yoksun ve her gün benim için doğuyor güneş. Aslında o bile görmüyor seni biliyorum. Sen varoluş ve hiçliğin içine sıkışmış nereye gideceğini bilemeyen bir yaşamdan ibaretsin şimdi. Buradan baktığımda daha iyi anlıyorum seni. Tüm bunları neden yaptığını anlıyorum. Yenildim ve yenilendim sonunda. Hayatta olmanın tüm acı yüzleriyle karşılaştım ve onlara inat durdum ayakta. Senin varlığın benim ancak canımı acıtabilirdi bu hayatta. Kaburgalarıma yerleşen bir ağrı olabilir ancak senin varlığın. Çünkü ben anladım senin çaresizliğini. Bu yüzden acıyorum sana şimdi. Ruhum merhametle büyütüldü bu güne dek ve en çok herkesin eşit olduğuna inandım Sen bildiğim tüm gerçekleri yıkarken yalanın ne demek olduğunu da öğrendim sonunda. Acıyorum tüm bu yokluğuna ve bırakıyorum hayal kırıklıklarımı uçurumdan boşluğa. Şimdi onlara sarılabilir ve onlarla birlikte karışabilirsin kayboluşa...

27 Ocak 2012 Cuma

*hiç var olmayan*

Kanayan yaralarına iyi gelecek bir merhem bulduğunda, sür dinsin acıların bir bir. Hayat bu kadar zorken, üstelik iyileşen yaralarının her gün yenisi açılmaya devam ederken, titremesin güçsüz bedenin. Bırak boğsun seni gözyaşlarının. Sen gözyaşlarının tuzlu denizlerinde hayatta kalmak için çırpınırken, izleyecek düşmanların en çarsiz halini. Ya o denizde yanında olacak birini bul kendine, yaranı saracak, gecelerini ısıtacak, yüreğindeki derin boşluğun koruyucusu olacak birini. Ya da kendinden fazla değer verme bu dünya üzerinde yaşayan hiç kimseye. Çünkü sen kendin olduğun sürece, biliyorum ıslanacak sırılsıklam yine gözlerin ve biliyorum iyileştirmeyecek merhemin hergün kırılan kalbinden kalan parçaları. Biliyorum çünkü sen yıkıldın bir kere. İnan dediler inandın bir gün güleceğine. Bekleme boşuna küçük kızım. Gülmek güzel olsaydı sonunda gözyaşı gelmezdi ki gözlerimizden. Üstelik yapayalnız gelmedik mi hepimiz bu dünyaya? Tüm aldığımız kararlarda yalnız olmadık mı? Kalbine aşkın tohumlarını ekerken de yalnızdın üstelik, verdiği çiçeklerin kokusunu içine çekerken de. Şimdi bırak kimse su serpmesin kurumuş kalbine. Titrese de zayıf bedenin sen dimdik dur yine. Unutma istemek yeterli olmuyor, çoğu zaman hak etmek gerekir mutlu olmayı. Bilmelisin ki hiç kimse duramaz doğru alınan kararların önünde. Bundan sonra senin için doğru karar alma zamanı küçük kızım. Ne kadar zor olursa olsun; bundan sonra adım atarken hep önüne bakmalı ama her adımında geride bıraktıklarını kendine hatırlatmalısın. Seni yıkan ve yıkmaya çalışan hayata karşı kendini korumak zorundasın. Kendine yeni bir yol bulmak zorundasın. Doğru yolu bulduğunda anlayacaksın, ben çoktan oraya ulaşmış ve senin için yolunu çiçeklendirmiş olacağım. Her şey hayaller kurarak başlar kızım. Ayakta kalmamızı sağlayansa bir gün bu hayallerin gerçek olacağına inanmamızdır. Sende tıpkı herkes gibi hayaller kuracak ve bir gün gerçek olacaklarına inanacaksın. Gerçek olsalar da olmasalar da, kırılsada kalbin paramparça, titrese de zayıf bedenin sen yine de dimdik dur kızım. 
Hangi yoldan gidersen git, önce kendine inan ve sonra yine kendine...


22 Ocak 2012 Pazar

...yokluğunla uyandım yine...

Dostulun pençesinde kıvranırken
Benliğini koruyan tüm duyguların.
Bıraktın mutluluklarını bir bir karlar üzerine...

Çaresizliğin ateşiyle can verirken
Tüm umutların.
Sustururdun onları yoklukla büyülenen kelimelerinle...

Buradan çok çok uzak bir yerde
Birileri saldırırken doğrularının üzerine
Durdurdun darbeleri yumuşacık kalbinle...

Şimdi gelebilsem diyorum
Yanında öylece durabilsem sadece.
Ne çok sarmalanırdı bedenim dostluğunun özlemiyle.

Şimdi sen dalgınlıkla tutarken elindeki silahı
Dostluğumu düşünsen ne fayda
Üşür yine ellerin.

Şimdi ne düşlerinde yer var özgür olmaya
Ne de yaşamında.
Şimdi gece nöbetlerinde sana arkadaş yaşanmış sevdaların.
Şimdi kalabalık odalara kapatılmış 4 saatlik uykuların.
Rüyalarında bile yalnız olamadın.
Yemekler anneninki gibi değil bilirim.
Belki de hiç rahat değil baş koyduğun yastığın.
Biliyorum ben iyi gelmez sana içine attıkların.

Şimdi dostuluğunun yanında olabilsem diyorum.
Şimdi sarmalasam kırılgan yüreğini sımsıkı.
Biliyorum üşür yine ellerin.
Kalbine yalnız esintiler götürür.

Sen dinle sadece.
Duyduğun ses bile senin sesin değil.
Sarıl dostluğuna ne olur ve uzan hayallere.
Sayılı ya günler geçer nasılsa.
Şafak doğar karanlığının içinde.

(G. Y.)

11 Ocak 2012 Çarşamba

**yokluğunun savaşına sarıldı düşlerim**

En büyük savaşlar yokluğuyla başlar düşlerin. Ne zaman unuttun ki hayal kurmayı. Tüm o saldırılara karşı dimdik dururken bedenin. Biliyorum kazanmak için ufacık bir umudunun bile olmadığını. Göründüğünün aksine kırılgandı bedenin. Şimdi hiçbir gücün yenemediği yerdeyiz seninle. Yokluğundayız birilerinin ya da bir şeylerin. Dik dururken bedenlerimiz ruhlarımızın parçalanışını izliyor gözlerimiz. Biliyorum. Burada herkes aynı şeyi söyler birbirine. Kırık bedenlerin mahzeninde, yitip gitmekte düşlerimiz.

Düşüp duruyoruz yükseklerden denizlere. Su soğuk. İçimi yakan bu acıyı dindirmese de, biliyorum kovacak tüm düşleri bedenimden. Biliyorum daha çok acımayacak yokluğun. Daha fazla dokunamaz hiçbir şey sensizliğime.

Şimdi derinlerdeyiz. Bedenin taş kesilmiş, ruhun hala yokluğun alevinde. Sorgusuz sualsiz inandığın her insan bir düş çaldı kırık bedeninden. Dik duruşun tam da bu yüzden. Ne zaman çalsalar düşlerini boş kalan o yeri kalbindeki vicdanınla örttün hep. Öyle çok çaldılar ki düşlerini ne zaman sana dokunsa birileri hissederdi kalbinde atan özlemleri.

En başından anlamıştım. Gülücüklerle saklanılmaz ki çaresizliklerden. Anlamıştım arkasına saklandığın düşsüz gecelerinin kirlettiği bedenler vardı. Onlar bile örtemezdi içine girdiğin savaşların derin izlerini. Sen çoktan kırılmıştın. 

Şimdi yaşarım san sen, kalbin parçalar halinde düşsüzlüğünü örterken. Savaştın ya hep yine savaşırsın nasılsa. Sen düşsüzlüğünden kaç şimdi aceleyle. Hemen ört boş bıraktıkları yerleri. Oysa bilsen düşsüzlüğün itiyor seni o derin sulara. Kaç sen şimdi. Gittikçe daha da derinlere. Kırılmış bedenin, rüyalarını bile koruyamamış bak ellerin. Hayallerin, düşlerin, hatta öyle olsun dediğin tüm dileklerin silinip gitmiş onun yokluğunda. Artık ne geri alabilirsin düşlerini, ne de geçebilirsin yokluğundan bir adım ileri. Bu yüzden bilirim ki en büyük savaşlar yokluğuyla başlar düşlerin. (m.s.)


















13 Aralık 2011 Salı

acıtır iyiliğini ellerim

      Benim ellerimdi gördüklerin. Çaresizce güneşe uzanan bulutlardı... Ah rüzgar esse, alsa umutsuz hatıralarımı. Ah dinse bu saçma sızı, sonu gelse sözlerin. Sussan da kirlenmese sevdalarım, sussan da tükenmese ışığım. İttiğin çukurlar hep karanlık. Oysa güneşe uzanırdı seninle ellerim. Bulutlara dolanırdı. Ben şimdi düşüncelerine dalan bir kalp ağrısı gibiyim. Hiç cevabı olmayan "Ya sonra?"larım ben, hiç anlamak istemediğin. Ben şimdi tüm çıplaklığımla yüzündeki utancı alıp gidenim. İttiğin kuyularda çamurlarla giyindim. Kapat gözlerini ne olur. Bedenimde asılı duran bu şey senin çaresizliğin. Görme böyle fedakar halimi. Bir gün nasılsa yıkar onu ümitsizliğim. Akar gider. Sen kapat gözlerini. Benim ellerim uzanır nasılsa güneşe. Bulutlara dolanır. Nasılsa sarmalanır bedenim bembeyaz bir titizlikle... Sen şimdi kapat gözlerini... Acımasın iyiliklerin kalbinde...


...yolun...sonu...

       En çok hakettiği neyse onu yaşıyor insan. Hakettim bende unutulup gitmeyi. Varlığını kabullenmek unutulmak demekti aslında. Adının arkasında saklanmaktı herkezden. Oysa hiçbir zaman bir isim olmadım ben senin için. Sen en çok isimsizliğime inandın. Böyle bitmemeliydi sevgili, sen en çok bunu düşlerken yanıldın. Şimdi ben bir ağaçta düşen sarı bir yaprak gibiyim. Ne kadar ezersen ez beni, varlığım ancak ses olur hayatına. Şimdi gökyüzünden düşen bir yağmur damlası gibi incedir çaresiz bedenim. Sen kaçmaya çalışırken dudağının kenarına iliştim. Şimdi varlığım sabah olunca simidinin yanında içtiğin sıcak çayın buharı, sen bilmesen de dokunacağım yüzüne. Şimdi benim varlığım aslında hiç olmamışlığımın aynası. Ne zaman geçsen karşısına göreceğin senin aynısı varlığım...     
       Sen şimdi suskun ve tutarlı. Yitirdiklerini bilen ama yüzüne vurmasınlar diye hep kaçan çocuk. Her yolun bir sonu vardır ya hani. Öyle öğretilmemiş miydi? Yolun açık olsun sevgili. Sonsuzluğa kadar hiç durmadan kaçabilmendir dileğim. Şimdi sen hızla dönüp koşarken ben izliyorum ya gidişini. Her adımda biraz daha küçülür bedenin ve her adımda biraz daha uzaklaşır bedenimden. Sen şimdi bütün yollar nasılsa hep aynı yöne çıkar sanıyorsun ya. Arkana bakma sakın sevgili. Sen devam et sonsuzluğuna. Çünkü ben artık tanıdığını sandığın kişi değilim. Yolun sonunda yine beni bulmayı düşlerken, attığın her adımda benden ne kadar uzaklaşıyorsun kim bilir? Daha ne kadar gidebilirsin ki?

        Geri dönme sevgili çünkü ben hep burada olacağım. Bıraktığın yerde varlığım kucağımda bekliyor olacağım. Beni ne kadar üzsen de, ne kadar kırılmış olsa da kalbim bir adım bile gidemem varlığından öteye. Sadece izleyebilirim sevgili, yaklaştığını sandığın her adımında benden ne denli uzaklaştığını. Biliyorum sen düşlediğin o yolda bir gün elbet sonsuzluğa dokunacaksın. Biliyorum sen sonsuzluğu bende ararken asıl bensizliğinde bulacaksın. Çünkü güzel bir gülümseyişe aldanmak kadar kolay değildir benimle olmak. Biliyorum unutmak istesen bile bir gün unutamayacaksın beni. Çünkü ben kimin hayatına girsem orada hep kalırım biliyorum. Ben kime dokunsam, kimin kokusunu duysam ben onun adının arkasına saklanırım. Herkes bir isim bulur bana. Kimi zaman bir yağmur damlası, kimi sana sarı ve kuru bir yaprak parçası, ama en çok bekleyen olurum ben. Çünkü gidemem kimseden sevgili. Kaçmayı düşlediğim bir sevgiyi zaten hiç yaşayamam ki. Sen sevgili, kendi hatalarından kaçtığın o yolda bile hep beni görmeyi bekledin. Oysa ben hatalarla gelmedim ki sana. Ben hala o hatanın hiç yapılmadığı yerde bekliyorum gerçeği. Her adımda biraz daha çaresizleşiyor kaçışın. Her adımda bir nefes daha uzaklaşıyor varlığın. Biliyorum her adımda artacak beklentilerin. Sonsuzluk hediyem olsun sana sevgili. Ben gerçeğin kavurucu bu sıcağında gözümü bile kırpmadan izlerken gidişini, sen sonsuz bir ısrarla kaçabilirsin herşeyden şimdi....

10 Kasım 2011 Perşembe

Siren Sesi...

Eskiden her 10 Kasım'da aynı saatte bir siren sesi duyulurdu her yerde... Çığlık gibi kulaklarımızdan geçip yüreğimizin içinde çınlardı... Ayağa kalkardık dimdik... Onun aşkıyla büyütüldük hepimiz... Bizim için yaptıklarıyla gururlandık... Neden öldü diye sorgularken ilk kez onun ardından ağladık... Öyle büyüktü ki o sevgi; hiç kimse o olmaya cesaret edemedi şimdiye dek... O zamanlar küçüktük ya hani ona kızardık neden gitti diye... Şimdi büyüdük ya kızamıyorum ona neden gitti diye... Kendime kızgınlığım onun gibi olmayı başaramadım diye... Yıllar geçiyor... Siren sesi kayboldu... Gözyaşları hala akıyor... Asla geri dönmeyecek bir kahramana ağlıyoruz...

hazır mısın?

  Ben isterdim ki güçlü, en güçlü halimle görmeliydin beni. Yanıma gelmeliydin... Tek başıma geçirdiğim o gecelerde, benimle izle isterdim o muhteşem manzarayı... Bende kal isterdim... Benimle ol ve benim yüreğime sığın... O zamanlar gelseydin bene kendini bu kadar çaresiz hissetmezdin eminim... Şarabımızı açar balkona çıkardık... Seninle seyrederdik bütün gece izmiti... Seninle ağlardık... Biz birlikte, o zamanlar yanımda olsan çok gülerdik seninle... Seninle ısıtırdım içimi, doğacak güneşi beklemek yerine... Her köşesini izlediğim izmite değil de sana verirdim tutkun sevdalı kalbimi... Artık kalmadı bunların hiçbiri... Ne bölünmemiş bir manzaran var artık ne de tutku dolu bir yüreğim... Artık kalmadım hiç kimse için... Sana verebileceğim tek şey yarım yamalar bir deniz ve öksüz kalmış bedenim... Ben isterdim ki bana ben bitmeden önce gelebilseydin... Ben isterdim ki yetişebilseydin kalbime... Ama artık izmiti izlemek için çok aydınlık geceler ve tutkulu sevda dolu kalbime ulaşabilmek için çok geç... Ama olsun sen gel yine de... Çünkü öğrendiğim şeyleri sen de öğren isterim... Anladım ki görebildiğin kadar değil hayal edebildiğin kadar büyükmüş her şehir ve anladım ki üzdüğü kadar değil sevip de dağıttığı kadar büyüktür bir kalp... 

                                     Sevip de dağıttığım kalbimin üzmediği insan o kadar çok ki... 
                                     Benimle yaşamaya ve benimle düşlemeye hazır mısın bu kenti?

bir kez olsun yalan söyle

Bir gülümseme miydi , yoksa ilgili bir iki sözcük müydü beni sana çeken? Bilmiyorum. Onca yokluğun içinde bir varlık hissettim. Senin hiç olmayan varlığınmış. Çocukluğumdan kalma. Hayatım boyunca hep benimle baş edebilecek insanları seçtim kendime. Benim zorbalıklarıma göğüs gerecek kadar güçlü olanları. Sen öyle miydin gerçekten? Seni o sanmıştım. Çocukluğumdan bu yana süre gelen o duygu eksikliğinin içinde varlığını hissetmiştim. Bu varlık hayatın bizi buluşturduğu yerde ayaktaydı. Güçlü ve dik. Çoktan razıydım kabullenmeye yokluk içindeki varlığını... Başından anlayamazdım. Bu gece kendime bir kez daha yeni bir sayfa açacağım. Sen hiçbir şey anlamadın henüz nasılsa diye yapacağım bunu. Daha beni tanıyamadın diye. Tek bir şeyi anlaman için açacağım.

İyileşmeye başlayan yaramı kendi tırnaklarınla kazıyıp tekrar kanattığın için nefret ediyorum senden.

Benden kendine platonik bir aşık yarattığın için hiç affetmeyeceğim seni.

Tüm bu nefretin içinde kalbime söz dinletemeyeceğimi biliyorum. Kalbim inatla sana hasret. Kalbim inatla yanında olmak istiyor her an. Tek bir öpüşün bana kattığı mutluluklardan küçük bir parça daha çalmak istiyor kalbim.

Artık kocaman bir hayat var önümüzde. Birlikteyiz sen ben ve diğer tüm hasretler. Birlikte devam edeceğiz ama
her birimiz kendi yaşamı için yaşıyor olacak en çok. Senden uzak durabilmeyi dilerdim. Çünkü dindiremeyeceğimi bildiğim kör bir inatla seviyorum seni ve her gün biraz daha çok alışıyorum gözlerine.

Korkum senden değil kendimden. Korkum çocuk kalıp büyümemek için direnen kalbimden.

Korkum benden daha büyük olan bir sevdadan.

İmkansızım olma ne olur. Ne olur bana beni seviyormuş ve hep sevecekmiş gibi davran. Kalbimdeki umutsuz sevgiyi kurutmanın tek yolu bu.

Elimi tut, gözlerime bak ve bir kez olsun yalan söyle ne olur...

24 Ekim 2011 Pazartesi

Saklı Bombanın Fitilini Çek


Yürüyorum... Tarfi olmayan, anlamsız ve kimsesiz yollara... Ayagımda prangalar... Yüregimde saklı bomba yürüyorum... Fitili çekmek ve uçmak gökyüzüne benim elimde... Geri dönmek ve kurtulmak prangalardan... Hepsi benim elimde biliyorum... Önümde uzun bir yol, yürüyorum... Temiz olduguna inandıgım dünyaya dogru yürüyorum... Ayak bileklerimi acıtıyor prangalar, umursamıyorum... Eminim çünkü... Orada ileride bir ışık gördüm ben, inandım o ışıgın varlıgına... Yanına gitmek zorundayım... Bunu ilk gördügüm an anladım... Oraya varmak ve tadına bakmak o ışıktaki huzurun... Sonsuzluk gibi... O ışık saf, temiz, masum ve özeldi gören insanlar için... Benimle birlikte ışıgın varlıgını gören herkes buna inanırdı... 
Hayat bu kadar zor degildi... 
Ve ben ona ulaşabilir, ona dokunabilirdim...

6 Ekim 2011 Perşembe

Nereye Gidiyor Bu Kız

Bir gün gelecek ve ben: "İşte şimdi tam da olmak istediğim yerdeyim." diyebileceğim.


Çizdiğim sınırlar öyle geniş ki
Çizdiğim ben öyle derin
Hayallerim o kadar çok ki
Bunlar için çabam da yok ki
Bir yanda mutlu ben
Bir yanda çaresiz , sevgisiz , ümitsiz.
Bir yanda gülen ben 
Bir yanda boşlukta , hevessiz
Neresindeyim hayatın
Neresindeyim kadınlığın
Neresindeyim bu aşkın
Korkuyorum kendimden
Sebepsizim kendimce
Tepkisizim gidenlere
Çelişkim kendi içimde
Neresindeyim ben aslımın
Çizdiğim yollar öyle düzensiz ki
Bindiğim gemi bile yelkensiz
Hayallerim o kadar zor ki
Bunlar için zaman da yok ki


<Aslı>

*GüzeL-ÇirkiN**SaçmA-SapaN*

        Bu güne kadar hep şu soruyu sordum kendime; neden yeteri kadar güzel değilim? Çünkü biraz daha güzel olursam birçok şeyin farklı olacağına inandırdım hep kendimi. Mesela Jensen'la tanışabilecektim. Aslında tek sebebi buydu güzel olmak istememin. Kim ne derse desin o hayatıma girdiğinden beri tutkularım değişti. Gün geçtikçe artan bu isteği nasıl durduracağımı bile bilmiyorum üstelik. Jensen tutkusu yüzünden erkek arkadaşımla bile kavga ettiğim olmuştur. Sanki o benim hayatımın bir gerçeği gibi. Konu Jensen oldumu kendimi kaybediyorum. Tek konuşmak istediğim onun ne kadar karizmatik olduğu ve dudaklarının onca mesafeye rağmen ne kadar davetkar olduğu.

(Kısa bir hayal molası lütfen.)












Ahh... Ahh...

   Ne  yalan söyleyeyim, geçenlerde gördüğüm bir fotoğraf yüzünden bu konuyla ilgili bakış açımı değiştirmek zorunda kaldım. Hepimizin Sawyer olarak tanıdığı şu yakışıklı adamın koluna takıp gezdirdiği, üstüne üstlük "Bebeğim güzel olur mu, yoksa çirkin mi olur?" diye düşünmeden çocuk sahibi olduğu kadını gördüğüm an yıkıldım. Artık neden bu kadar güzelim diye ağlıyorum... Birde kız onu sallamadı diye aşık olmuş. Ee ben sık sık yakışıklı ve ünlü birileriyle karşılaşıyorum. (En son şakşuka'yla karşılaştım ama kendisini hiç görmemiş olmayı tercih ettiğimden bu konuya dahil olmadığını belirtmek istiyorum.) Üstelik karizmam sarsılmasın ya da herkes bana bakıyor diye düşünüp kimse şımarmasın diye onlardan tarafa bile bakmıyorum. Niye kimse bana aşık olmuyor arkadaşım ya. Çok mu güzelim? Yoksa çok mu çirkinim? En kötüsü de tam arada mıyım acaba? Off offf sorularıma cevap bulamıyorum ve her Supernatural  izlediğimde rüyalarımda Jensen'la sevgili olduğumu görüyorum. Hatta burada anlatmak istemediğim binlerce şey. 
          Yeter artık bu işkence bitmeli.

5 Ekim 2011 Çarşamba

Güler Misin?Ağlar Mısın?

   Artık pes diyorum. Tüm garip insanlar beni buluyor sanırım. Sabahtan beri sürekli şoka girmekten kendimi alıkoyamadım. Tamam hepsini baştan anlatmalıyım. Sabah kalktığımda bugün kendimi işe gitmek için pek hazır hissetmediğimi fark ettim. Zaten insan buna kendini neden hazır hissetsin ki. Ama kötü bir gün olacağı daha en başından belliydi. Önce ne giysem diye düşünürken dolabın önünde dakikalar harcadıktan sonra olmadık bir şeyler geçirdim üstüme. Pantolonumun paçasındaki neden ve nasıl olduğunu anlamadığım beyaz beyaz noktacıkları ne yazık ki evden çıktıktan sonra fark ettim. Büyük olasılıkla bir temizlik faciası yaşamış olmalıyım. Bu detaya takılarak zaten kötü başlamış olan günümü daha beter hale getirmemek için kendime söz verdim ve yola devam ettim. Yolda yürürken karşıdan gelen bir kız, bu günün tüm kötülüğünün üzerine görmek istediğim son şey olabilirdi. Tamam giyim makyaj bunların uzmanı değilim. Yani aslında uzman olmaya bir ayak mesafesi kadar yakınım diyebilirim. Terazi kadını olmanın bazı avantajları var tabii. En başta modaya daha düşkün oluyor insan :) Neyse bir şeyi çok iyi bildiğimi söylemesem de bu kadının tam bir facia olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Üzerine bir hırka giymiş, kumaşından modeline kadar her yanından zevksizlik aksa da bunların hepsinden daha kötü olan bir yanı vardı bu hırkanın. "RENGİ" Ya asla bu renk kıyafet giymedim demem ama, ben bu renk kıyafetleri asla bu şekilde kombine etmem. Şu kadarını söylemeliyim hırkanın beden kısmı cırt bir mor renginde kolları ise fuşya rengindeydi. Yani uzaktan çook uzaktan hatta oturduğunuz yerden bile ben buradayım diyordu resmen. Ama en kötüsü tüm bu detaylar yetmezmiş gibi bu kız bu hırkanın üzerine KIRMIZI hatta KIPKIRMIZI bir ruj sürmüştü. Yani bu kadar berbat bir seçim olamaz resmen kız ben buradayım demek istiyormuş. Oysaki neden kendini bu denli deşifre ettiğini hiç anlamadım.Hayır deşifre edilecek bir yanı olsa neyse. Zaten insan ona ancak bir kez bakabilirdi. Bazen tüm bu gördüklerimden sonra kadın olmak çok utanç verici bir durum olabiliyor. 
   Şimdi gelelim esas olaya tüm bunları unutamayacağımı bilerek ofise geldim. Kendimi motive etme çabasının üst sınırındaydım. İş arkadaşlarımdan biriyle çarpık ilişkiler hakkında saçma bir tartışmaya girdim. Son zamanlarda başkalarının ilişkileriyle kafayı bozmuş durumdayım. "Şimdiki gençler nereye doğru gidiyor böyle" moduna sabah sabah girmemek daha uygun olurdu ama bombanın fitili çekilmişti artık. Muhabbet ikili ilişkiler konusuna geldi mi benden daha uzmanı yok. Ben öyle uzaktan her şeyi çok iyi kontrol edebilirim. Hemen ne doğru ne yanlış söyleyebilirim. Belki tüm bunların sebebi davulun sesinin uzaktan insana hoş gelmesinden kaynaklanabilir. Ama ben yine de bu konuda sürekli bir fikir sahibi olacağım. Her tartışmada bir sevgilin olsun da o zaman görelim seni diyen kendi tabirimle " - kafalı " eksi kafalı insanlardan çok sıkıldım. Bu yüzden ilk ilişkimi tüm bu savunduğum düşüncelerin deneyi olarak heba edeceğime yüzde yüz emin gibiyim. Durum şu ben ikili ilişkilerin insanların hayatını kaplamasının ve kişiye başlı başına bir birey olduğunu unutturma-sının çok yanlış  olduğunu düşünüyorum. Birini sevmek o yanında yokken bile birlikte adım attığını düşünmek gibidir diyebilirsiniz. (Bu sözü de şuan uydurdum) Bende buna katılıyorum evet ne güzel her an varmış gibi bir duygu ama sonuçta o adımı atan sizsiniz ve emin olun o adımı attığınızdan haberi bile yok. Ben her kişinin birazcık özgürlüğe ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Biz tam bunları tartışırken aklıma nefis bir örnek geldi ve hemen atıldım. Bizim şirkette bir tane eleman var ben hayatımda erkek gibi erkek olup da (yani gay olmadığı halde) bu kadar yalaka olan bir erkek daha görmedim. Ama yani bir insan ancak bu kadar sevgilisinin dibinde olabilir. Zaten beraber kaldıklarını söylediğinde benim tepkim direk şu olmuştu.
  - Biz kız arkadaşımla beraber yaşıyoruz biliyor musun?
  - Neden ? Sokakta falan mı kaldı?
Bana göre bir erkek arkadaşla evli bile olmadan önce beraber kalmaktaki tek sebep ihtiyaç durumudur. Yani bir derdin olabilir. Ne bilim geçici bir süre için onunla kalman gerekebilir. (Bu süre tabii ki çok uzamamalı. Yani bir yıl geçici süre kavramının içinde kesinlikle değil bana göre.) Bunun dışında birlikte kalmak bana biraz saçma geliyor açıkçası. Ben bu düşüncelerimi iş arkadaşımın kendisine de söylemiştim zaten ama bugün konusu açılmışken diğer arkadaşıma da onun üzerinden örnek vererek bence olması gerekeni anlattım. Tabii beni anladı aslında olması gerekenin bu olduğunu da kabul etti ama hepsi bu kadar. Kendi hayatına bu fikirleri uygulamayarak neleri kaybettiğinin farkında değildi. Bu bir savaş değil tabii ki ama yine de anlamasını istiyorum karşımdakilerin ne demek istediğimi. Neyse biz tartışmayı sonlandırdık ve yerlerimize oturduk. Bu sırada o geldi. Hani şu sevgilisi ile birlikte yaşayan. Biraz solgun göründüğünü söyleyebilirim. Her zaman tam motive ofise giren ona buna şaka yapan laf sokan adam gitmiş kara kara düşünen ve sonucu olmayan düşüncelerden kurtulmanın bir yolunu bulamadığı için günaydın demeyi bile unutan bir adam haline gelmişti. Sorunun ne olduğunu bilmediğimiz için onu kendi haline bırakmaya karar verdik. Bilgisayarını açtı sanırım biraz bir şeylere bakındı ve daha sonra dün akşam ki maçın özetini izlemeye başladı. Tabi ben her ne kadar bu maç işlerinden pek anlamasam da biraz önce tartışma içinde olduğum adam anladı maç izlediğini ve heyecanla kalkıp yanına gitti.
  -Ee oğlum bu dün akşam ki maç değil mi?
  -Evet o. (Yüzü hala düşük)
  -Bende başka bişi açtın sandım. Süper maçtı dimi?
  -Öyle miydi?
  -Evet abi izlemedin mi?
  -Yok oğlum benim manitanın dizisi varmış onu izledik.
İkimizde o an koptuk. Bu tutumumuz üzerine muhtemelen bize çok kızmıştır. Ama ben haklıydım ve aslında sabahtan beri anlatmak istediğim şey de buydu. 
Bizim çocuğun hali içler acısı artık yakında örgü örmeye de başlar diye düşünüyoruz. Büyük olasılıkla akşam maçı düşünürken gözüne uyku da girmemiştir. Bu hali ve suratsızlığı da tamamen ondan... EE bu adamın bugün çalışması ve pozitif olması gerekiyor ki satış yapabilsin... Artık bu olanları değiştiremeyeceğine göre bugün ki satışlara elveda ve bu ay alacağı prime good bye demek zorunda. Ne yazık... 

2 Ağustos 2011 Salı

AkıL HasTanEsi

    Ellerini gökyüzüne açtı... Minik avuçlarında birkaç damla gözyaşı... Karıştılar yağmurla, birbirlerine yakıştılar... Bir dua mıydı dudaklarından dökülen yoksa kendi kendine konuşuyor muydu yağmurla? Kimse anlamayacaktı. Sessiz kelimelerine kapattı dudaklarını ve birkaç damla daha gözyaşı aktı... Ayarı kaçtı nicedir bulutlarının. Bir kabardı mı gökyüzü dinmek bilmezdi yağmur. Yağmaya bir başladı mı yağmur, ıslanırdı gözleri. Neden ağlardı yağmurda hiç anlatmazdı. Sessizce gökyüzüne çevirdi ıslak gözlerini. Bakışında umut vardı... Bakışında umutsuzluk... Yağmurla gelecek bir haber miydi beklediği ellerini açıp, yoksa acılarını yıkayıp alsın diye mi gezerdi yağmurda? Gözlerini kapattı gökyüzüne... Alnına çarpan gerçeklikle yıkanıyordu yüzü, dudakları ve göz kapakları... Ellerini yukarı uzanabildiği en yüksek yere uzattı. Birazcık aralanınca dudakları, gözlerinden akan yaşlar toprağa düşünce hızlıca, haykırdı bulutlu havaya "Al artık, al beni." Neydi anlatmak istediği, kime seslenmişti? Üstünde beyaz bir önlük, teni solgun ve soğuk. Üşümüştü bedeni titriyordu... Tanrıya mı seslenmişti, yani ölmek mi istiyordu bu güzel gözlü kız. Yoksa çok uzaklardan onu alması için birini mi çağırıyordu? Beklediği biri mi vardı gelmeyen? Belki ailesine ya da sevdiği bir yüreğe seslenmişti... Kim bilir neydi anlatmak istediği. Kimse anlamayacaktı... Nereye gitmek istiyordu kim bilir... Hiç konuşmaz, hiç anlatmazdı... Yüzüne bir anda yerleşen gülümsemede tarifsiz bir umut vardı. Gözleri kocaman açılmış gökyüzüne, dudakları yanaklarına doğru uzanmış, elleri hasretle göğsüne kapanmıştı. Tüm umutsuzluklar, tüm acılar yağmurla yıkanmış, belli ki bekleyişler yarınlara atılmıştı... Yaşadığı anlık mutlulukların sebebi neydi kim bilir? Bir anda ne değişmişti ki? Ellerini göğsünden kopardı ve sildi yanaklarından süzülen gözyaşlarını... Başını umutla aşağıya indirdi, Karşıya baktı, sonra toprağa ve etrafında dönmeye başladı... Neşeli çocuklar gibi kendi etrafında dönüyor ve durmadan gülüyordu... Gülerken de bir toprağa bir havaya teşekkür ediyordu. Anlayamıyordum. Kimsenin anlamasına da izin vermiyordu. Daha on beşinde gencecik ve tertemiz bir kızdı. Ne zaman yağmur yağsa dışarı çıkar ve gökyüzüne ellerini açıp sessizce bir şeyler mırıldanırdı... Bugün neden bir anda gülmeye başlamıştı... Ben tüm bunları 405 nolu odanın camından izlerken ve onu anlamaya çalışırken, acaba o benim farkımda mıydı. Sonra durdu bir anda... Durdu yağmur... Durdu dönmesi... Dudakları son kez mutlulukla aralanırken közleri sımsıkı kapandı... Kolları gökyüzünden yere doğru hızla düşerken gencecik bedeni solan bir yaprak gibi toprağına uzandı... Anlamıştım... Ölümdü beklediği bu akıl hastanesinde ve bugün kurtuluşuna uyanmıştı....

21 Ocak 2011 Cuma

***sessiz sözler***

erkek konuşur ;

bir labirentin içinden çıkmaya çalışan ruh
atlas arıyor tenimde bu gece
gözlerimi kapatıp arkama yaslanıyorum
arkam önüme düşüyor ben dizlerime kapanıp ağlıyorum
eflatunun cinayetinden kaçarken seni görüyorum
kentin en terk edilmiş en uçsuz ucunda hapsetmiş kendini bekliyorsun
gözkapakların yaşamı taşımaktan yorgun
bizi - seni - beni - bilmiyorum / bilmiyorsun /bilmiyoruz /
diyorsun
ben diyecekken sen yağmur bekliyorsun
yeryüzü aralanıyor kirpiklerinin arasından
senin yüzünden benim yüzüme binlerce acı kaçıyor
kapatıp gözlerimi acılarını hapsediyorum kan dolaşımıma
çocukluğumdan koparttığım bir parca sevincim var cebimde
alırmısın onu diyorum katabilirmisin geleceğine ?
korkuyorsun / korkuyorum / korkuyoruz /
"biliyorsun sevinç şiirlerimde alışık olmadığım devrik bir cümle.."


kız karşılık verir ;

"ben özledim seni.."
dudaklarımda o ıslık, söz verdiğimiz yerde, beyaz gömleğinle
"yağmurlu bugün hava üstüne bişiiler al.."
şair olurmuş ya kanaması fazla olanlar,
sen de söz verdiğin boş şırıngaları getir,
sonsuzluktan ayaklarımızı sallandıralım, ezberindeki bilmem-kaç-yüz şiirinle, böğürtlenli dondurmadan da bahsederiz hem..
gelmezsen olmaz, gelmezsen gidemem..

17 Ocak 2011 Pazartesi

"büyük yüreklilerin arkasına saklanmak"


            Bir sayfa daha çaldım zamanın alevinden. Karşılığını alamadığım mutlulukları yazdım sayfama. Yetmedi... Özlemin kurşunu dayanmış boğazıma. Nefesim kesiliyor ama faydası yok. Bunca emek ve çaba boşuna... Çaldığım sayfalar yırtık, elbisem gibi... Yazamıyorum, tamamlayamıyorum yarım kalan cümleleri. Acıktım susadım mutluluğa. Görmek, duymak, hissetmek, anlamak istemiyorum hiçbirşeyi. Ya da herşeyim olan şeyleri.

Güçlü sanırdımya kendimi... İsyan cümlelerim yarım kalır diye. Söyleyebilecek, yazabilecek şey bulamadığımdanmış. Utanmışım eriyişi, yılgınlığı, pes edişi, güçsüz kalışı, yenilişi anlatmaya. Ne çok eksik kalmışım. Ne çok kimsesiz ve yalnız...

Kendimi vurdum yollara... İsyanımı haykırmak için. Kimse yoktu şehrin sokaklarında. Korkarak döndüm yuvama. Bir sayfa çaldım, yazmaya başladım... Korkum derindi kendimden. Başkalarının; büyük yüreklilerin arkasına saklanıp sessiz cümlelerle haykırmışım isyanımı. Onlardan başka duyan olmamış. Yazabilmek için açtığım her sayfayı, korkarak kapatmışım. Yalnızlığım tercumanı yorgun gözler sanmışım aynaya her baktığımda gördüğüm. Gözüne baktığım kimse yalnızlığımı bir ayna kadar anlamamış. Bütün bunların farkına bir anda varmakmış yaptığım hata. En zoru anladıktan sonra dahada çaresiz olmakmış. Kiminle konuşup kime sesimi duyuracağımı anlamamışım. Şimdi anlıyorum... Bu yüzden susuyorum artık. Susup bekliyorum. Güçlü hissedeceğim günü bekliyorum. Korkumla yüzleştim sonuna. Saklamaya çalıştığım yaramın üstünü açtım... Özgürüm artık... Kalkanlarım yok... Herkez istediği gibi incitebilir beni.. herkez yaralayabilir... Ama biliyorum, çektim kendimi insanlardan. Boş sokaklarda geziyorum. Bilmediğim ve kimseyi tanımadığım sokaklarda. Kalabalık sandığım yalnızlıktan vazgeçtim. Saklanarak susarak yaşıyorum...


Nasıl geldim bu noktaya bilmiyorum... Sorgulamaktan vazgeçtim çünkü. Kabullendim sonunda herşeyi ve artık korkmuyorum başıma gelebilecek hiç bir şeyden. İsyan cümlelerimi tamamlayıp gözlerimi kapıyorum sonsuzluğa. Açtığımda hiç bir şeyin değişmediğini farkediyorum... Devam ediyorum yarım kalan bütün cümleleri tamamlamaya.

Bu sayfalar boşuna biliyorum. Sadece büyük yüreklilerin, arkasına saklandıklarımın okuyabileceği bu satırlar boşuna. Yırtık elbisem üstümde, birazdan yine gözlerimi kapayacağım kâbuslar eşiğindeki sonsuzluğa. Korkarak ve saklanarak bana zarar verebilecek herşeyden...

Aldığım yaralardan korunmak için uyumaya ihtiyacım var artık. Yaralarımı unutmak için gözlerimi kapatıyorum şimdi. Pencerem açık ardına kadar... Olsun... Soğuk rüzgâr yapayalnız odamda birtek beni üşütebilir... Zaten bu odada yanan alev yaramı sıcak tutan...

Artık üşümek ve kendime gelmek istiyorum...
Artık dinlenmek ve unutmak istiyorum...
Artık boşvermek, pes etmek, susmak, kaybolmak ve kısa bir süre sonra unutulmak istiyorum...